12 gün boyunca Amsterdam ve Hollanda belgeselle
yattı, belgeselle kalktı. Belgeseller sadece gösterimi olan sinema salonlarında
değil, Nos2 devlet televizyonunda, www.idfa.nl sitesinde ve youtube’da da yayınlandı. Sinema salonlarını 200 binden fazla kişi doldurdu ve 1 milyon Avro
kar elde edildi. Festivalin önemli sponsorlarından Marie-Stella-Maris,
Amsterdam’ın eğlence meydanlarından biri olan Rembrandtplein’de kocaman bir
prefabrik kafe–restoran kurdu. İzleyiciler filmlerin arasında, filmden önce
veya sonra burada takılıp tanışma imkanı buldular. Bundan en çok faydalananlar
ise büyük ihtimalle çevresini genişletmek isteyen belgeselciler oldu.
Belgesel Oscarları diyebileceğimiz ödüller
sahiplerine 23 Kasım’da kavuştu. Uzun metrajlı film ödülünü Alan Berliner,
Alzheimer hastalığına yakalanan hayatının son dönemlerinde olan amcasını
portrelediği First Cousin Once Removed filmiyle kazandı. Zekice ve etkileyici
bir şekilde yapılmış bu şiirsel film, kişisel tarih ve anıları artistik bir
şekilde anlatıyor.
Orta metraj belgesellerden ise Fransız–Kamboçya yapımı Red Wedding ödüle layık görüldü. Film, Kızıl Kmerler askerlerinden
birisiyle evlenmeye zorlanan 16 yaşındaki kızın dokunaklı hikayesini anlatıyor.
İlk Film ödülünü Hollandalı Eshter Hertog,
İsrail Hebron’da 120 bin Filistinlinin arasındaki yerleşim bölgesinde yaşayan
800 Yahudi'nin günlük yaşantılarını konu alan Soldier on the Roof filmiyle kazandı. Hertog bu
belgeseliyle ayrıca Dioraphte IDFA Hollanda Belgesel ödülünü de aldı.
İsveç–İngiliz ortak yapımı Searching for Sugar Man filmi ise hem seyirci ödülünü hem de en iyi müzik belgeseli ödülünü
kazandı. Malik Bendjelloul’un ustalıkla yönettiği bu film, iki Güney Afrikalı
müzik düşkününün efsanevi (sadece Afrika’da bilinen) Amerikan protest
müzisyeninin peşine düşmesini konu alıyor. Müziğin hem kitleleri birbirine
kenetleyen romantizmini hem de kültürel yozlaşma için kullanılabilecek bir araç
olduğunu anlatıyor.
Öğrenci yarışması dalında ödülü bu sene Chico
Pereira’nın Pablo’s Winter adlı filmi aldı. Yaşlı Pablo’nun portresini hem
güldürerek hem de geçmişi hatırlamamızı sağlayarak beyaz perdeye yansıtan bu
filmle Pereira geleceğin önemli belgesel yönetmenlerinden olacağını kanıtlamış
oldu.
Dijital anlatımda ödülü Miquel Dewever-Plana ve
Isabelle Fougère’nin Fransız yapımı
Alma, a Tale of Violence kazandı.
Son ödül olan DOC U’yu ise Marcel Barrena Little World filmiyle kazandı.
Bu sene izlediğim filmler arasında beni
etkileyenler Kanadalı yönetmen Nisha Pahuja’nın The World Before Her ve
Hollandalı Suzanne Raes’in The Successor of Kakiemon filmleri oldu.
The World Before Her filmi Hindistan’da
birbirine tam zıt iki çevreyi ele alıyor. Birisi güzellik yarışmasına katılan
genç kızlar ve onların aileleri. Diğeri ise köktendinci Hindu eğitim kampına
katılan küçük kızlar ve onların aileleri. Bu iki ucu ve birbirine bakışlarını
çok güzel bir şekilde anlatmış yönetmen. Özellikle köktendinci hareketin içine
büyük uğraşlarla (2 yılda) girmesi tebrik edilebilecek bir kendini adama.
The Successor of Kakiemon ise 14 nesildir devam
eden Japon milli miraslarından Kakiemon porselenlerinin halefinin hikayesini
anlatıyor. Genç adamın işi devralma süreci ve porselenlerin üretim aşamaları
ustaca aktarılmış. Beni en çok etkileyen kısmı porselenlerin yapım aşamasındaki
özen, baba oğul ilişkisindeki kültürel farklılıklar ve porselenlerin o eşsiz
güzelliği.
Festival’de izlediğim filmlerin hepsinin
sonunda yönetmenin katılımıyla soru cevap oturumu yapıldı. Bu, filmleri daha
iyi sindirmek ve ekrana yansımayan gerçekleri görmek açısından çok önemli ve
güzeldi. Organizasyonun en beğendiğim kısımlarından biri bu oldu.
Festivaldeki filmlerin büyük çoğunluğu sinemalarda gösterime girmeyecek. Bazılarını televizyon kanalları satın
alacak ve gösterecek, diğerleri ise maalesef büyük emek harcanmış ama kitlelere
ulaşamamış şekilde kalacak. Bütün filmlerin listesine bu adresten ulaşabilirsiniz.
İlginizi çekenleri youtube’dan veya yapımcının kendi sitesinden belki bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme